Günler günlerin ardından... diye
başlayan şarkı, üzerinde ışıkların döndüğü radyomun aniden kapanmasıyla sustu.
Güç kaynağına takarken devamını
getirdim.
Seni unutmak mecburiyetindeyim!
Ne zaman nerede ezberlediğimi bilmediğim
şeylerin kulesinde yaşayan şarkılar.
Bir kapı aralığından, bir arabanın içinden,
merdiven çıkarken, asansör beklerken, bambaşka bir şeyi düşünürken gelen
şarkılar.
Devamını getirmiş olsam da şarkı öyle
aniden susunca, birdenbire içimde
bilmediğim bir odaya çıktım.
Asma köprüden geçmediğim, uzun -upuzun- merdivenler
çıkmadığım, soluksuz kalıp kapısında dinlenmediğim bu yer, yine size yazmam gereken notları vermek
için geceyi bekledi.
Hep yorulurdum oysa, hayret!
Sizi bilmiyorum ama yaşadıklarımın tam
anlamıyla yerleşmesi için her defasında benim geceyi beklemem gerekiyor.
Uzun yolculuklardan sonra açılan
yolların kenarına kurulmuş sanki belleğim.
Kaydetmek için gereken alet edevat
geceleri görünür oluyor.
Birazdan yazının içinden bir kurt adam
çıkıp hepimizi yemeyecek hayır!
Geceyi kutsamak da değil niyetim.
Başka türlüsünü olmuyor, ondan...
'Gecenin sessizliği içinde düşüncenizde,
gündüz gördüğünüz nesnelerin konturlarını çizersiniz' Demişti bir defasında Leonardo da Vinci.
Evet Leonardo'yu yürekten anlıyorum.
Hatta ona uzanıp sarılıyorum.
Sarılırken bu dünyada yaşamış, gündüz/gece
ve daha pek çok konuda en iyi anlaştığım adamın 1519/ Fransa'da ölmesini, dahası
ona yetişememiş olmamı, Milano Dükü Sforza'nın hizmetine girdiği 1482'de değil
de neden 1982'de doğmuş olduğumu düşünüyorum.
Sadece geceleri yaşayanlar için düzenlenmiş
bir dünyanın eninde sonunda inşa edileceğini biliyorum! Hatta bir yerlerde öyle bir ülke varmış
gibi bile geliyor.
Las Vegas gibi dev aydınlatıcılarla
gündüze çevrilmiş bir dünya değil ama!
Arabanıza binip giderken yol kenarlarında
çiçek/ çilek ve mevsim sebzeleri satanların, gözünden bir damla uyku akmayan
cin gibi insanların dolaştığı sokaklar.
Terminaller bana hep güzel gelir. Başka
herkes uyurken kimsenin 'uyku diye bir şey var' demediği, çayın henüz
demlendiği, tuvaletlerinde kadınların makyaj yaptığı, telefonla konuştuğu,
güldüğü, alışveriş yaptığı ve saatin 04:00 olduğu Terminaller.
Canım Terminaller.
Leonardo olsa beni anlardı.
Canım Leonardo!
Evet işte o odanın içinden aldığım ve
gece görünür hale gelen notlarımın bir kısmında daha önce hiç duymadığım
dillerde kaleme alınmış şeylerin yanı sıra bu yazıya konu olacak bir mevzu
vardı.
Hatırlamak...
Sanki hep varmış ama ismini henüz
söylemiş dediğimiz biri, bu şehre hiç gelmedim ama bu sokağı hatırladım
dediğimiz bir yer, tatmadım ama sanki nasıl bir şey olduğunu biliyorum
dediğimiz egzotik meyveler gibi hani!
Benim için yaşam sürerken;
Şarkılar çoğu kez tespit edemediğim
zamanlarda ezberleniyor.
Bazı şeyleri nasıl olduğunu anlamadan
yaparken bir daha aynısını o biçimde öldürseler yapamıyorum.
Elektromanyetik dalgaların kucağından
batmakta olan güneşin turuncusuna, sokaktan geçen adama, topraklı yollara,
kuşlara, yük gemilerine, trafolara, dünyaya bakıyorum.
Tanıdığımı/gittiğimi/tattığımı
kanıtlayamayacak olsam da bir yerde -bu dünyanın imkanlarıyla açıklanamayacak
bir yerde-tanıyıp/gidip/tattığım şeylerin olduğunu biliyorum.
Görünce işte bu! diyemeyecek kadar
unutarak geldiğim, kopup düştüğüm, yolda bir tek tanıdığa rastlamadığım için
kendimi bile tam olarak hatırlayamadığım bir yerden.
Madem şimdi hatırlamaya başladım hadi
tadını da çıkarayım dediğimde, kendimi yabancı bakan bir çift gözün karşısında
bulursam Sezen gelip şarkı söyler. Haklı!
Pardon. Bakar mısınız?
Tanışmış mıydık?
Sevmiş miydim ben sizi, sevişmiş miydik?
Pardon daha önce konuşmuş muyduk?
Yürüyüp çıkmazlarda yorulmuş muyduk?
Yüzünüz ne kadar da aşina.
Avucumun içine alıp öpmüş olabilirim!
Gözünüz öyle uzak bakmasa
Sizi tanıdığıma yemin ederim!
Madem gündüz yaşadıklarımın konturunu
gece çekiyorum, dilediğim gibi serilebilirim ayın göğsüne.
Hem şarkılar var.
Yatıştıran, uyumlayan, gece/gündüz
demeden ne var ne yok diye uğrayan şarkılar.
Bugün o odadaki notları alıp kendime
tutarken birini hatırladım.
Bunca cümleden sonra bile az sonra
okuyacaklarınızı tuhaf bulmanızı anlamayacağım elbette ama ben,
sıfır yaşımdan şimdiye dek 'geçmişimin
hiçbir gününde' bir arada olmadığım birini hatırladım!
İç sesimizi duymak için dış sesleri
kıstığımız bir Ada evinde, dikdörtgen bir masanın köşesinde oturuyordu.
Yazarın söylediği gibi 'Birbirimize evde
yangın çıkmadığı sürece asla bağırmadığımız' bir evde!
Kısa kumral saçlarının arasından geçince
daha havalı olan güneşi izlediğim, onunlayken gündüzleri de geceler kadar
sevebildiğim birini hatırladım.
Gazetelerin en küçük satırlarını bile
okuyan, sayfalarını çevirirken sessiz olmaya özen gösteren, en çok ot yemeyi
seven, salatada reyhan/taze nane arayan, yazın kazak görmekten hoşlanmayan
görünce hemen ter basan,
gözlerini bir yere diktiğinde kimsenin
görmediği bir ufka bakar gibi duran, kalemlere karşı özel bir ilgisi olan, çok
üzülünce görüşü bulanıklaşan ve -tuhaf ama- bunu yalnız kendisinin bildiği
birini!
İçimden 'İyi ki yetişkinliğimde
hatırladım' dedim!
Çocukken olsa geceyi beklemeyi
bilmeyecek, Leonardo'yu anlayamayacak, okulda birine anlatsam gülünç olacaktım!
Öğretmenim duyunca 'Yarın Velin Gelsin'
diyecekti.
Alacaklardı elimden sanat kolu başkanlığını!
Bir daha yerli malları haftasında
müdürün odasındaki diyafonla meyveleri
okutmayacaklar, oyuncakçı baba piyesimi dikkate bile almayacaklardı.
İyi ki büyüdüm de hatırladım.
İyi ki
İyi ki hatırladım.
İyi ki.
Pek çok önemli not: Yok, denedim robot
resmi çıkmıyor.
Not: Sezen'e uyup Pardon desem Bakar mı?
Bir daha not: Leonardo olsa beni anlardı!
Bu da önemli not: Gece olsun mu hep?
Olsun mu olsun mu?
elçingören/ istanbul/ 21ağustos2013